Geçmişten günümüze Türkiye’nin Yüksek İrtifa Hava Savunma tedarik programı

Roketsan-ATMACA-Banner

(Bu içerik SavunmaSanayiST.com’a aittir. Kaynak belirtilmeden kullanılması halinde hak talebinde bulunulacaktır.)

15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi esnasında Türkiye’nin hava savunma alanında ne kadar zayıf halde olduğunun yakinen görülmesinin ardından acil ihtiyaç kapsamında alınmasına karar verilen S-400 yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin ilk teslimatına kısa bir süre kaldı. Bir yandan ABD ile F-35 krizi devam ederken, bu krizin ayaklarından biri olan S-400 ise teslim alınması halinde, uzun yıllar sonra nihayet Türkiye’nin (Nike Hercules füzelerinden sonra) alabildiği ilk yüksek irtifa hava savunma sistemi olacak.

STM Banner

Bu yazımızda sizlere S-400 alımına uzanana kadar geçen sürede Türkiye’nin hava savunma sistemi ihtiyacına yönelik attığı adımları derleyerek, kamuoyunda sıkça telaffuz edilen yanlış bilgilerin doğrularını aktarmaya çalışacağız.

Hava Savunma Sistemi (HSS) ihtiyacı ilk defa ne zaman gündeme geldi?

Türkiye’nin hava ve füze savunmasına karşı, bu iş için geliştirilen sistemleri alma düşüncesi 1991 yılına kadar dayanmaktadır. 1991 yılında yaşanan 1. Körfez Savaşı zamanında, Irak’ın lideri Saddam Hüseyin’in elinde çok sayıda SCUD füzesi bulunmaktaydı. Bu füzeler sayesinde Irak, buna Türkiye’de dahil olmak üzere etrafındaki ülkeler için ciddi bir tehdit haline gelmişti.

Savaş boyunca Irak, özellikle Suudi Arabistan’da konuşlanmış olan koalisyon kuvvetlerine ve İsrail’e karşı onlarca Scud füzesi ateşlemiştir. Bu saldırılarda çok sayıda can ve mal kaybı yaşanmıştır. Saddam’ın Scud füzelerinden bölge ülkelerinden Katar ve Bahreyn’de nasiplenmiş, buna ek olarak Türkiye’ye de bir veya birkaç adet Scud atışı yapılmıştır. Türkiye’de hedef alınan noktanın koalisyon kuvvetlerine açılan Diyarbakır 8. Ana Jet Üssü olduğu tahmin edilmektedir. Füzenin de zaten üssün yakınlarındaki boş bir alana düştüğü belirtilmiştir.

İşte bu saldırıların akabinde Türkiye’de bir anda özellikle füze savunmasına karşı bir yetersizlik olduğu görülmüş, bu tespitin yapılmasının akabinde ise ABD’den Patriot HSS alımı yapılarak eksikliğin giderilmesi düşünülmüştür. Fakat ciddi bir alım süreci yaşanmamış, anlaşıldığı kadarıyla ABD ile Türkiye arasında bir mutabakata varılamamıştır.

Bu süreç 2006 yılına kadar tam 15 sene boyunca bu şekilde devam etmiş, Türkiye zaman zaman bu ihtiyacını ve isteğini ABD tarafına iletmiş, ABD’nin ise sistemleri vermeyi kabul etmesine rağmen ortak üretim ve teknoloji transferi konularına sıcak bakmaması, bununla beraber fiyatlandırma konusunda da anlaşmazlıkların yaşanmasından ötürü 2006 yılına kadar fiili herhangi bir adım atılamamıştır. Bu 15 yıllık süre zarfı içerisinde 2000’lerin başında İsrail’in Arrow füzeleri de gündeme gelmiş lakin tahmin edebileceğiniz üzere bu alımda gerçekleşmemiştir. 2006 yılına gelindiğinde ise Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSİK) kararıyla T-LORAMİDS ismi verilen “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi” projesi başlatılmıştır.  Proje kapsamında ortak üretim yöntemiyle toplamda 4 batarya HSS alınmasına karar verilmiştir.

Karardan sonra takip eden yıllarda istekli firmalardan teklifler istenmeye başlanmış ve ihale süreci başlamıştır. İhaleye ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Konsorsiyumu davet edildikten sonra teklif edilen sistemlerin teknik verilerinin incelenmesi safhasına geçilmiştir. Bu sıralarda İsrail hükumeti tarafından Türkiye’nin Arrow füzeleriyle ilgilendiği söylentisi de tekrar gündeme gelmiştir.

2011 yılına gelindiğinde dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, satın alınacak hava savunma sisteminin NATO’dan bağımsız bir yapıda olacağına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur.

Ortak üretim yöntemiyle 4 bataryalık HSS alımına karar verilmesinden 6 sene sonra 2012 yılında SSİK tarafından yeni bir açıklama yapılmış, gelen tekliflerin şartnamelere uymadığını belirtilerek Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın (SSM) daha iyi teklifler alması için firmalarla görüşmelere devam edeceği açıklanmıştır.

2013 yılına gelindiğinde 3 farklı sistem için ciddi görüşmeler yapılmaya başlanmıştır. Bu sistemler ABD’nin Patriot’u, Çin’in FD-2000’i ve Avrupa’nın SAMP-T’si olmuştur. Görüşmelerin devam etmesine müteakip 2013 yılında toplanan SSİK tarafından Çin’li CPMIEC şirketinin ihaleyi kazandığı açıklanmıştır. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 1991 yılında dile getirilen HSS ihtiyacının çözümlenmesi için ilk imzalar dile kolay tam 22 sene sonra atılmıştır.

Dönemin Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar, görüşmelere başlama kararı alınan CPMIEC teklifinin 3,44 milyar dolar olduğunu belirterek, “En ciddi yerli katkıyı bu firma verdi. Maliyet olarak da diğer sistemlerle ciddi bir maliyet farkı var” şeklinde bir demeç vererek neden Çin füzesinin tercih edildiğini bu şekilde açıklamıştır.

Yapılan açıklamalardan sonra ABD ve NATO amiyane tabirle resmen şok geçirmiş olup tıpkı şu zamanda da olduğu gibi Türkiye’ye baskı yapmaya başlamışlardır. NATO’dan yapılan açıklamada FD-2000 sisteminin NATO radar ağına bağlanmasına müsaade edilmeyeceği belirtilmiş, ABD ise Türkiye’nin hatalı bir karar verdiğini ve bu karardan vazgeçeceğine inandığını söylemiştir.

Yaklaşık 2 sene süren görüşmelerde Çin ile de sözleşme imzalayacak olgunluğa erişilememiş, geçen 2 senenin ardından ise 2015 yılına gelindiğinde Türkiye T-LORAMIDS projesini iptal ettiğini açıklamıştır. İptalin ardından SSM İsmail Demir, hava savunma sistemi projesinin yerli imkanlar ile geliştirileceğini, Türkiye’nin kendi hava savunma sistemini kendisinin yapacağını belirtmiştir. Demir, bu kapsamda 5-10 yıllık bir süre içerisinde Türkiye’nin Patriot veya Çin füzesinden daha iyi, yerli ve milli HSS’lere kavuşacağını söylemiştir.

Böylelikle Türkiye’nin HSS tedarik programı bir kez daha askıya alınmıştır.

2016 yılına gelindiğinde Türkiye’nin ihtiyacını milli olarak karşılayacağı kesinleştirilmiş, uygun teklif verilmesi halinde ise yabancı devletlerle işbirliği de yapılabileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda da Avrupa Konsorsiyumu Eurosam ile bir anlaşma imzalanmış, Türk savunma şirketleri ile Eurosam’ın bir etüt çalışması yaparak ortaya neler çıkarılabileceğinin belirlenmesi için yeni bir süreç başlamıştır.

2016 yılının Temmuz ayında ise Türkiye tarihinin en uzun gecelerinden biri yaşanmış, TSK içerisinde yapılanan FETÖ örgütü tarafından 15 Temmuz Cuma günü akşam saatlerinden başlayarak silah zoruyla yönetime el koymaya çalışmıştır. Girişim yine TSK içerisinde yer alan vatansever askerlerimizin, polis birimlerimizin ve gözü kara halkımızın yüksek özverisi sayesinde eylemin başlangıç saatinden yaklaşık 12 saat sonra bastırılmıştır. Fakat Türkiye o geceden tam yıllar önce ilk kez dile getirdiği HSS ihtiyacının önemini bu defa kanlı canlı şekilde, hatta tabir-i caizse iliklerine kadar hissederek anlamıştır. Kısaca bir musibet, bin nasihate bedel olmuştur.

15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi esnasında FETÖ örgütü, Türk Milletinin dişinden tırnağından artırarak aldığı savaş uçaklarını yine Türk Milletine karşı kullanmaktan çekinmemiş, İstanbul’da halkı korkutma amaçlı alçaktan ses üstü uçuşlar gerçekleştirilirken, Ankara’da ise bunların yanında Meclis, EGM binası, Türksat tesisleri ve PÖH karargahı gibi yerleşkeler fiilen bombalanmıştır. Darbeciler emir komuta zincirini kırdıktan sonra hava sahasının kontrolünü eline aldıkları için Türkiye’nin herhangi bir üssünden darbe karşıtı savaş uçağı kalkmasını uzun süre boyunca engellemiş, bu süre zarfında darbecilerin kontrolünde olan F-16 savaş uçakları başta olmak üzere, Cobra ve Sikorsky tipi helikopterler, nakliye uçakları ve tanker uçakları gibi bilimum hava aracı başkent Ankara ve metropol İstanbul üzerinde adeta ellerini kollarını sallayarak uçmuşlardır.

Hava sahasının kontrolünü sağlamak için Eskişehir’de bulunan Birleşik Hava Hareket Merkezinin kontrolünün sağlanması ve Ankara’da darbecilerin elinde bulunan Hava Kuvvetleri Komuta Merkezinin etkisiz hale getirilmesinden sonra darbecileri durdurmak için darbe karşıtı savaş uçağı kaldırana kadar geçen sürede maalesef darbeci hava araçlarına karşı cılız birkaç küçük direnişin dışında müdahale edilememiştir.

İşte bu olaydan sonra 2016 yılının sonlarına doğru Türkiye bir kez daha HSS alımı yapmaya karar vermiştir. Acil koduyla yapılacak alım için sürpriz sayılacak bir şekilde Rusya’nın kapısı çalınmış, S-400 Yüksek İrtifa HSS alımı için niyet belirtilmiş, ilk görüşmelerde sonuç olumlu olmuştur. İlerleyen zamanda ise görüşmeler artarak devam etmiş ve nihayetinde 2017 yılının son çeyreğinde 1+1 sistem S-400 alınması kararlaştırılmıştır.

Peki, S-400 sistemi ile Türkiye tam olarak ne alacaktır?

S-400 alımı ile Türkiye 4 farklı noktaya yerleştirebileceği bir savunma paketi satın almıştır. Paketin içeriğinde her batarya için radar statüleri, komuta kontrol araçları ve lançer dediğimiz füze rampaları bulunur. Her füze rampasında 4 adet tüp bulunur. Türkiye’nin aldığı sistemin içeriği medyaya duyurulmamış fakat yapılan araştırmalara göre batarya başına 8 veya 9 adet lançer alınmıştır. Yani her batarya için 32-36 adet atışa hazır füze bulunacaktır. Toplamda ise 128-144 atışa hazır füze bulunacaktır. Açık kaynaklarda yazan bilgilere göre ise 48 adet de yedek füze alınacaktır. Bu füzeler S-400 sisteminin içerdiği kısa, orta ve uzun menzilli füzelerden (40 km, 120 km, 250 km, 380-400 km menzilli 4 farklı füze) karma olarak alınacaktır. Hangi füzeden kaç adet alınacağı ise gizlilik nedeniyle bilinmemektedir. Türkiye bu anlaşma için toplamda 2,5 milyar $ ödeme gerçekleştirecektir.

S-400 sistemi siyasi/politik bir alım mıdır?

S-400 alımı su götürmez bir şekilde politik bir tercihtir dersek asla abartmış olmayız zira yukarıda da anlattığımız gibi “ABD Türkiye’ye Patriot satmaya yanaşmadığı için S-400 alıyoruz” savı büyük bir yanlışlık içermektedir. ABD ve Avrupa kendi kıstaslarını baz alarak Türkiye’ye HSS satmak istemiş, fakat Türkiye’nin istediği şartnameler sağlanmadığı için, aynı zamanda Türkiye’ye fahiş sayılacak fiyatlarla bu sistemler teklif edildiği için Türkiye bu sistemleri almayı tercih etmemiştir. Bunun yerine ekonomik anlamda daha uygun fiyata sahip, kendine göre avantaj ve dezavantajları bulunan Rus yapımı S-400 sistemini satın almayı tercih etmiştir. Yazının ilerleyen kısımlarında detaylarıyla anlatacağımız üzere S-400 potansiyeli yüksek olan fakat Türkiye’de tam randımanlı olarak çalışamayacak bir sistem durumundadır. Yani Rusya’daki veya Çin’deki S-400 sistemi ile Türkiye’de ki S-400 sistemi birbirinin dengi olamayacaktır.

İşte bunlar göz önüne alındığında S-400 sisteminin askeriden ziyade politik bir tercih olduğunu söylemek son derece mümkündür.

(Not: Politik tercih demek kötü bir tercih demek değil, bilakis ülkenin içinde bulunduğu şartlardan ötürü askeri teknik konuların önüne geçen bir mecburiyet tercihi demektir. (Yani örneğin acil ihtiyaç kapsamında bir HSS alımına karar verip bunun içinde Rusya ile görüşmeler yaptığımız sırada o gün için ABD’nin 15 Temmuz’da oynadığı rolü unutup yine ABD’den Patriot alımı yapılması mümkün ve kabul edilebilir bir durum değildi.)

S-400’de teknoloji transferi veya ortak üretim var mıdır?

S-400’de teknoloji transferi olmamakla birlikte Rus kaynaklarının verdiği bilgilere bakacak olursak ortak üretimin de çok sınırlı bir seviyede tutulduğunu, kritik sistemlerin yerli ve milli olarak üretiminin yapılmadığını görebiliriz. Buna karşı olarak ise Türk yetkili kaynakları ortak üretimin yapılacağını söylemekteler. Bu konuda alıcı taraf var derken, satıcı taraf yok dediği için bizlerinde net bir şey söylemesi mümkün değil. Fakat teknoloji transferi konusunda net bir şekilde teknoloji transferinin gerçekleşmeyeceğini söyleyebiliriz. (Zaten bir ülkenin henüz yeni sayılacak ve oldukça kritik bir düzeydeki teknolojiyi paylaşması da beklenemez.)

S-400 radar ağına bağlanacak mı? Bağlanamayacaksa kaybımız/kazancımız ne olacak?

S-400 sisteminin satın alınması ile alakalı ilk duyumlar başladığı andan itibaren, gerek NATO gerek ise ABD tarafından bu sistemin NATO radar ağına bağlanamayacağı belirtilmiştir. Alımın kesinleşmesinden sonra ise Türkiye’nin de bu yönde herhangi bir gayretinin olmayacağı, hatta teslimatın yaklaşmasına müteakip artan ABD baskısından sonra S-400’ün NATO sistemleri ile en ufak bir bağlantı içerisinde bulunmayacağı, hatta NATO sistemleri ile birlikte çalışan yerli sistemlere dahi entegre edilmeyeceği açıklanmıştır.

Bu da satın aldığımız S-400 sisteminin stand-alone yani yalnızca kendi başına çalışacağını bizlere göstermektedir. Peki bunun bir getirisi var mıdır? Bunu çok kısaca “herhangi bir getirisi yoktur” şeklinde cevaplayabiliriz çünkü sistemin performansı sahip olduğu radar kaplaması ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla S-400’ün bir radar ağına bağlanamadan tek başına çalışacak olmasının herhangi bir getirisi olmamakla birlikte büyük götürüleri de (daha doğrusu dezavantajları da) olacaktır.

Buna en iyi örnek olarak sistemin balistik füze vurma konusunda yaşayacağı güçlüklerden bahsedebiliriz. S-400 sistemi zaten anti-balistik özelliği çok sınırlı olduğu bilinen bir sistem durumundadır. Bunun yanında sistemin bir radar ağına bağlanamayacağını düşünürsek işte o zaman S-400’ün zaten az olan balistik füze vurma ihtimali %0’a yaklaşacaktır. Balistik füzelerin henüz ateşlenme aşamasındayken dijital verilerle tespit edilmesi gerekir. S-400’ün ise herhangi bir radar ağına entegre olmadan böyle bir tespiti yapması pek mümkün değildir.

Bunun haricinde sistemin hava soluyan denilen seyir füzesi ve uçak, helikopter gibi hava araçlarına karşı etkinliği de yine olumsuz olarak etkilenecektir. Bunun sebebi de aynı şekilde bir kara radarı (veya radarları) ile havadan gelebilecek tehditlerinin tespit edilmesinin her zaman aynı seviyede kolay olmamasından kaynaklanmaktadır. Yani örneğin yüksek irtifadan uçan, büyük gövdeli bir bombardıman uçağı söz gelimi 450 km’den tespit edilebilir lakin alçak irtifadan uçan, radarda düşük görünürlüğe sahip bir savaş uçağını (örn. F-35) sözgelimi 40 km’den ancak tespit edilebilecektir. Buna benzer şekilde örneğin hemen hemen deniz seviyesinde uçan bir seyir füzesinin imha edilmesi için yeterli mesafede tespit edilmesi de yine oldukça zor olacaktır.

Bu sorunlara karşı satın alınacak kara radarlarının sayısının artırılması bir çözümdür ancak yine de %100 olumlu sonuç almamızı sağlayacak bir çözüm değildir. Sistemin tam randımanlı çalışması için Havadan Erken İhbar ve Kontrol (HİK/HEİK) Uçakları yani AWACS/AEW&C uçaklarının desteği şart durumdadır. Bu gibi tedarikler yapıldığı takdirde S-400 çok yüksek performansa sahip bir sistem olabilecekken, gerekli tedarikler yapılmadığı takdirde maalesef ana akım medyada pohpohlandığı kadar verimli ve caydırıcı bir sistem olamayacaktır.

Sonuç:

Türkiye’nin hava savunma konusunda ki açığı son 2-3 yıllık dönemde baş göstermemiş, esasen 1991 yılı ile (ve hatta daha öncesinden beri) net bir şekilde açığa çıkmıştır. 1991 yılından günümüze gelen süreçte ise Türkiye sürekli bu ihtiyacın farkında olmuş olmasına karşın fiili bir adım atmada maalesef çok büyük zaman kaybetmiştir.

Geldiğimiz gün itibari ile son olarak Rus yapımı S-400 HSS’nin satın alınması için anlaşmaya varılmış, Türkiye nihayet bir yüksek irtifa HSS’ye sahip olmuş olacaktır. Türkiye’nin bunun yanı sıra Eurosam ile de çeşitli anlaşmaları bulunmakta ve Türk firmaları ile Eurosam arasında çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye’nin S-400 sisteminin yanında Avrupa üretimi SAMP-T HSS alması da beklenmektedir. Tüm bunlarla beraber Türkiye HİSAR ve SİPER projeleri ile de hava savunma kabiliyeti konusunda yerli çözümler üretmeye de devam etmektedir.

Şayet tüm adımlar planladığı gibi işlerse Türkiye hava savunma konusunda vasat bir konumdayken yaklaşık 10 yıl gibi bir süre zarfında S-400/SAMP-T/HİSAR/SİPER gibi sistemlerle hava savunması çok güçlü olan bir ülke haline gelebilecektir.


Yazar: Abdullah Bekci     Kaynak: SavunmaSanayiST.com

TUALCOM Gif Baner   Sarsılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu